O’ndan başkası yoktur’ diye yazılmıştır. Bunun anlamı dünyada O’na karşı koyabilecek başka bir gücün olmadığıdır. Kişi yukarıdaki mekânı inkâr eden şeyler görür, çünkü O böyle ister.

Kendi dışımızda gördüğümüzü sandığımız dünya, yalnızca iç dünyamızın maddeye bürünmüş hali gibi görünüyor. Kendini ve dış dünyayı gözlemlemekte ustalaşanlar, bunun ne anlama geldiğini çok daha iyi anlıyor.

Doğa bizi pek çok deneyimden geçirerek, üst düzey bir anlayışa gelmemizi, aslında kim olduğumuzu, nereye ait olduğumuzu bilmemizi istiyor. İçine düştüğümüz deneyimlerin tek bir amacı var. Zihnimizde gerçek sorular yaratmak! Bütün bunları neden yaşıyorum? Yaşadığım onca şey, bana ne söylemeye çalışıyor? Bunlar yabancı bir dilde, anlamadığım bir dilde gelen mesajlar sanki. Bu mesajı anlayamadığımda, hissedemediğimde içimde bir yerlere çarpıp, bana anlayışla dönecek bir yer bulamadığımda nereye, kime döneceğim? Beni ve benim gibi hakikati arayanları bekleyen ve başka bir algı zindanına kapatmak isteyen sırtlanlardan beni koruyacak olan nedir?

Bilgeler bu dünyayı akılla algıladığımızı, bu koşulda her şeyin ancak mantık çerçevesinde algılanabildiğini söylüyorlar. Bu demektir ki, ben bu dünyada kendi mantığımın kölesiyim. Ne onun üstüne çıkabilir ne de onun onayından geçmeyen bir şeyleri var sayabilirim.

Mantık ise pek çok şeyin bileşkesi gibi görünüyor. Öğrenilmiş deneyimlerin çıktısı, öğretilmiş olanların ise kalıntısı! İçine doğduğumuz ailenin ve çevrenin mantık çerçevesine doğuyor ve orada ölüyoruz. Demek ki onların algılayabildiği kadarını algılayabilmekle yetindiğimiz için, daha üst bir algının, başka bir realitenin varlığını hissedemiyor, bu zinciri kıramıyoruz.

Peki aynı koşula doğmuş olan onca bilge, bu zincirden, boğazlarına geçirilen bu tasmadan nasıl kurtulabildiler de bizlere ‘Çok daha fazlası var’ diyebildiler? Onları farklı kılan neydi? Herkes ‘Başka bir şey yok, bizim bildiğimizi bilmen yeterli, bizim yaşadığımız gibi yaşaman yeterli, bizim sözümüzü dinlemen yeterli. Daha fazlasına ihtiyacın yok, çünkü daha ötesi yok’ derken, onları dışlanma, aşağılanma hatta hayatlarından olma pahasına ‘Hakikat arayışına’ çeken o güç nerden geliyor?

‘Kalp anlar’ diyorlar. Nereye ait olduğumuzu, nereye, kimlerle gitmemiz gerektiğini kalp anlar.

Hepimiz gibi avucumuza konanla yetinmek, sormadan, sorgulamadan, basit bir hayat yaşayıp, bize çizilen kırmızı çizgilerin ötesine geçmeden, sözüm ona konforlu bir hayat yaşamak yerine, bu denli zorlu bir yola kendini atmak niye?

Çünkü size, bana yeten onlara etmedi. Çünkü onlara verilen bu hayatın bir anlamı, hem de çok önemli bir anlamı olduğunu hissettiler. Çünkü ‘İnsan olmak’ uğruna, başkalarının kolayca vazgeçemeyeceği şeylerden vazgeçebilecek kadar yürekliydiler. Çünkü mazeretlere sığınıp, kafalarını toprağa gömerek yaşayanlardan olmak istemediler.

‘O’ndan başkası yoktur’ diye yazılmıştır. Ancak henüz oraya gelemeyen bizler için bu kulaklarımıza çarpıp anından sönen bir ses, kalplerimizde hırıltıya neden olan bir ağrı, zira bunu anlamak, bunu yaşamak için yola çıkmadık, yolu aramadık.

Bizler kendi yaşam denklemimizin içinde, kendimizle meşgul olma algısında mahsur kaldık. Ne kendi dışımızdakini merak ettik ne de kendimizde bu merakı eyleme dönüştürecek gücü bulabildik. Düşünmedik bile!

Nasıl ki çocukken annelerimizin önümüze koyduğu yemekten başka bir yemek olmadığına inandıysak, yetişkin hale geldiğimizde de önümüze hazır yemekler konsun istedik. Ne gücümüzü sınadık ne merak ettik. Ne varlığımızı, özümüzü, nerden başlayıp, nereye gidiyor olduğumuzu araştırdık ne de araştıranlara iyi gözle baktık.

Öyle ya insan uzun süre kalınca kendi zindanına alışıyor, orada ömürler geçirmekte bir sakınca görmüyor.

O’ndan başkası yok ise bizi bu algı zindanına kapatan da O. Soru şu: ‘Orda ömürler boyu bu tutsaklığı yaşamamız için mi yaptı bunu yoksa bu zindanın dışında başka bir realitenin var olduğunu hissedip, özgür iradelerimizle O’na koşmamız için mi?’

Belki de bizimle saklambaç oynamak istedi. O’na olan sadakatimizi ölçmek, her taşın altında O’nu aramak, her gözde O’nu görmek, her seste O’nu duymak, bizi büyütmek, bize öğretmek için kendini sakladı. Belki de günler karardığında, zorlu deneyimler kalplerimizin üzerine çıkıp tepinmeye başladığında, O’na dönüp ‘Bütün bunlarla ne söylemeye çalışıyorsun?’ diyebilmek, kafamızı topraktan çıkarıp hakikatin gözlerinin içine utanmadan bakabilmek için… Utanmadan çünkü şunu söyleyebilen utanmaz: ‘Sana gelebilmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Seni her yerde, her gözde, her sözde, her taşın altında aradım. Kalbimi seninle doldurmak için başkalarının vazgeçemediklerinden vazgeçip, sana yer açtım. Kimse seni aramıyorken, arayanları sevmiyorken, ben sana gelmek uğruna bana verdiğin hayatı yaktım. Artık insan olmaya hazırım. Artık sana hazırım.

’‘Çabalamadım ama buldum inanma, çabaladım ve buldum inan!”