Adem adında bir adam varmış. Babadan zenginmiş. Hem de ne zengin! Adem’in her şeyi varmış, sanki, cennet bahçesindeymiş. Dahası, bu koskoca cennet, yalnızca Adem’inmiş. Adem, tek başına, bütün güzellikleri bir güzel sömürmüş. Keyfi yerindeymiş… Ne var ne yoksa, durmadan almış Adem. Babası ne verdiyse, almış da almış, istemiş de istemiş…

Bir süre sonra, Adem’in keyfi kaçmaya başlamış, zira, doğrudan alınan haz, arzuyu iptal eder ve arzusuz kalan adam ise yaşama sevincini kaybeder. Bu nedenle, Adem, artık mutlu olamamaya başlamış. Mutsuzluk ve bundan kaynaklanan eksiklik hissiyatı, ona sorgulama yetisi kazandırmış, zira, keyfi yerinde olmayan adam, sabit kalamaz ve varana dek, daimi bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta, kendini dolduracak bir cevap arar ve bu “bir” cevapla tam anlamıyla dolana dek, aramaya devam eder.

Adem, önündeki yolda, düşünceler içerisinde yürüyormuş. Gözüne, bir meyve bahçesi ilişmiş. Bahçenin girişindeki, “Bahçeye girmek yasaktır” tabelasına aldırış etmeden, bahçeden içeriye girmiş. Bir elma ağacını gözüne kestirmiş ve sol elini yukarı doğru uzatarak, kıpkırmızı bir elmayı, dalından koparmış. Ağacın dibindeki toprağa çökmüş. Sırtını ağaca yaslamış ve ağacın gölgesinde, güneşten saklanmış. Elmayı, tane tane ısırarak, yemeye başlamış.

Bu esnada, ağaçtan başka bir elma da Adem’in kafasına dank etmiş. Elmayı yerken kafasına dank eden diğer elma ile gerçekler, gün yüzüne çıkmaya başlamış. Önceden fark etmediklerini, fark etmiş. Daha önce hiç hissetmediği, tuhaf ve hoş olmayan bir hisle dolmuş. Sanki, her bir ısırıkta, üzerinde olduğu toprakta, giderek derinleşen bir oyuk oyulmuş. Öyle ki, oyuk derinleştikçe, o da giderek, toprağın en derinlerine doğru inmiş ve utanç hissiyatıyla, yerin dibine girmiş. Her seferinde, daha da derine… En sonunda, toprağın dibi delinmiş. Sanki, göğün toprağından, yeryüzüne düşmüş Adem. Canı çok yanmış ve gerçekten de utanç içindeymiş.

Adem, neden utanmış? Çıplak kaldığından… Hakikatin karşısında çıplak kaldığında, utanmış Adem. Peki, nedir bu hakikat? Babasının, kendinden feda ederek, her şeyini ona vermesi. Adem’in ise hiçbir çaba harcamaksızın, babasının ona sunduklarını, kendi keyfi için alması. Babasıyla, tam anlamıyla zıt olduğunu fark etmiş Adem…

Babası, her şeyi veren, o ise her şeyi alanmış. Babasından aldıklarına karşı, sırtında bir yük, bir borç hissetmiş. Bu utanç ve borçlu olma hissiyatı o kadar büyümüş ki, yüz binlerce parçaya bölünüp, çalışıp, çabalayıp, babasına karşı olan borcunu ödemek istemiş. Artık, babasından bir şeyler alan değil, babasına bir şeyler veren olmak istemiş, zira, kendi kötülüğüne ve bencilliğine tahammül edememiş. Bu nedenle, babasından bir şeyler almayı durdurmuş, sadece ihtiyacı kadarını almış. Peki, Adem, her şeyi olan babasına ne verebilirdi ki?

Adem, babasına gidip, hissettiklerini anlatmış. Babası, ona demiş ki, “Oğlum, sen, benim oğlumsun, sana her şeyi vererek, seni, ben böyle yaptım. Ve bütün bunlar, kim olduğunu ve kim olduğumu bil diye. Şimdi, bunu öğrendiğine göre, şunu bil ki, babalar, oğullarının, kendilerine benzemesini, adam olmasını isterler. Ben de senin büyümeni, adam olmanı isterim. Zaten, bu nedenle adını Adem koydum, çünkü sen, Adem olmaya yazgılısın. Adem, adam demektir. Adam ise insan demektir. Ancak bana benzersen, Adem olabilirsin. Her baba, kendisine benzeyebilsin diye, oğluna kendinden bir parça üfler. İşte sen, bu parçayı buldun, onu dışarıda değil, içeride buldun, zira, dışarıda değil, içeridedir Adem.”

Adem, babasına, ne yapması gerektiğini sormuş. Babası ona demiş ki; “Oğlu gerçek mutluluğu bulursa, babası da mutlu olur, sen, bana, ancak bunu verebilirsin. Doğru kadınla evlen, doğru kadın senin eşindir, senin eşin ise Havva’dır. Her şeyin üstesinden gel, onun için çabala ve onu kendine eş yap, çünkü, adamı adam yapan, kadındır. Ve adam olmak, mutlu etmekten mutlu olmaktır. Bana benzemek istiyorsan, mutlu etmekten mutlu olmayı öğrenmen gerek. Git ve onu sev. Kendini değil, onu sev. Bana güven, ben, her zaman, sizin yanınızda olacağım. Aranızdaki sevgi bağında, gerçek mutluluğu bulacaksınız.”

Adem, bütün çelişkilerin, tersliklerin, zorlukların üstesinden inatla gelmiş, zira, babasına güveniyormuş ve gücünü ondan alıyormuş. Nihayetinde, Adem ve Havva bir olmuşlar ve sonsuz mutluluğu, yani babalarının onlara vermek istediği mutluluğu, yolda giderken, beraber keşfetmişler.

Kadın ve erkeğin arasındaki doğru bağda, yukarıdan aşağıya doğru akan, serinliğiyle iç ısıtan bir şelale vardır. Bu şelale, yemyeşil, irili ufaklı, birçok tepeyle çevrelenmiştir ve gökten, büyük denize dökülür. Onlar, aynı şelalenin altında yıkanırlar. Onların arasında, bir uçtan bir uca daireler çizerek yüzen, rengarenk balıklar vardır.

Adem ve Havva, kucak dolusu bir sevgiyle kucaklaşmışlar ve Adem Havva’ya demiş ki:

“Ve erkek,

Örter kadının üstünü bir örtüyle, üşümesin diye.

Sevgidir kadının örtüsüyse.

Örtünmeli kadın, erkeğin sevgisiyle.”

Havva Adem’e demiş ki:

“Adam olmaya geldik dünyaya

İşte, anlam burada

Adam gibi sevmekten

O’nun gibi olmaya”