İyilik ve kötülük içimizde sürekli savaş halinde! Bu hal, hızla maddeleşip, dış dünyaya tezahür ediyor. Gözümüz savaş alanlarında ızdırap çeken insanlarla dolu. Ama sanmayın ki savaş bununla sınırlı. Biz insanlar, asıl savaşı içimizdeki kötülükle tanıştığımızda vereceğiz. Can havliyle onun yüzüne korkusuzca bakıp, onu dönüştürme yoluna, dönüştürenin kucağına atacağız kendimizi. Ama önce bu halin bizi nelerden alıkoyduğunu, bize yaşattığı mental ve duygusal körlüğün neye mal olduğunu, kalplerimizdeki kiri nasıl temizlememiz gerektiğini anlamak için onu tam ölçüsünde, olduğu halinde, eylem halinde yakalamalı ve köşeye sıkıştırmalıyız.

Gün geçmiyor ki kötülüğün yeni bir yüzü, yeni bir derecesiyle tanışmış olmayalım. Eğer kötülük, kendine kendi dışından bakabilmekle ödüllendirilseydi kendinden korkar, kendinden nefret ederdi. Ancak o zaman neye dönüşmesi, nereye gitmesi gerektiğini bilir, şifalanmak, arınmak için kime döneceğini anlayabilir, o zaman gereken yardımı alabilirdi. Öyle ya hastaneye gitmek için önce hasta olduğunu kabul etmeli. Bilgelerin bizlere miras bıraktığı şu cümlede olduğu gibi: ‘Arınmaya gelene yardım edilir.’

Kötülükle savaşmak için onu tanımalı ama… Bu, insanın kendisini kalp zorlayan, beyin hücresi yakan çok zor ama bir o kadar da gerekli bir çalışmaya atmasıyla mümkün. Bu koşulda tahammül sınırlarımızı zorlayan anlar yaşamamız çok olası. Buna da dayanmalı zira yolun bu bölümünü bitiremeyen hakikate geçemeyecek.

Kötülük akan gözlerle buluşmak gerekecek bu uğurda. Kandırılacak, aptal yerine konacak, kullanılacak, sömürülecek, bir sevginin bir nefretin kucağına düşeceksiniz. Siz bir sürü duygu durumundan geçerken bu hali göremeyen, anlayamayan insanlar, belki de sizi ‘Sorunlu’ ilan edecek. Siz aldırmayın onlara yolunuza devam edin. Aynı savaşı vermeyenler, uyumayı seçenler nasıl olsa sizi anlamayacak. Onlar da eninde sonunda, uyanmaya hazır olduklarında aynı yoldan yürümek zorunda kalacak merak etmeyin zira gelişim yasası gereği doğa tüm enstrümanlarını kullanarak bütün parçalarını en iyi haline getirecek. Ama kolay yoldan ama zor kullanarak. Acı yolunu seçenler, o ızdırap kemik iliklerine kadar işlediğinde zor yoldan gelmenin ne olduğunu anlayacak belki de…

Kötülüğün aklını edinmedikçe onunla nasıl savaşmamız gerektiğini anlayamayacağız. O yüzden iyiliği saflık, naiflik olarak algılamayı bırakın. Zorunlu boyun eğmelerin, teslimiyetlerin, güçlünün yanında olmanın iyilikle alâkası yok. Gerekiyorsa öyle görünebilir, izleme ve gözlemleme sürecini ‘saflık’ olarak adlandıran insanlara, böylece gerçekte ne yaptığınızı, nasıl hallerden geçtiğinizi anlatmakla uğraşmazsınız.

İyilik bir seçim olmalıdır. Kötü olabilecekken, tüm şartlar buna elverişli iken iyi olmayı seçebilmektir. Kötülük karşınızda durup sinsice gülerken ona doğru reaksiyonu verebilmektir. Doğru reaksiyonu verebilmek için bir sürü deneyimden geçiyoruz. Tam olarak yaşadığımız her deneyimin içinden nasıl geçmemiz gerektiği bilgisine ulaşabilmek için içimizdeki en karanlık yerlere inmeyi bile göze alabiliyoruz.

İyilik, kötülüğün aklını edinmeden, tabiri caizse en az onun kadar ‘kurnaz’ hale gelmeden, onun boğazına tasma takıp, düzelmesi, şifalanması için doğru ellere teslim edemez zira kötülüğün vahşi ve kurnaz bir doğası var. Kötülük bir canlının yaptığı her şeyi kendisi için, kendi menfaati için yapmasıdır. Nihayetinde bizi kimin yönettiğini, neyin etkisi altında olduğumuzu anlamak zorundayız ki böylece gitmemiz gereken yere, kaynağa, öze, gerçek sevgiye ve bizi gerçekten, tüm kalbiyle sevene gidebilelim.

Bilgeler kötülüğe ‘Yaşlı ve aptal Kral’ der. Yaşlıdır çünkü varlığını asırlardır sürdürüyor. Aptaldır çünkü neyi kaçırdığını bilmiyor. Ama peşine düştüğü şeyleri kendine alma, manipüle etme konusunda kurnazdır. Bu uğurda ne yaparsa yapsın onu rasyonelleştirmenin bir yolunu da bulur. Hırsız, yakalanacağını anladığı an en önde koşup ‘Hırsızı yakalayın’ der.

Bu yaşlı ve aptal kral, bizim gözümüzü boyuyor. Ete, kemiğe, paraya, konuma, kıyafete, lükse, yemeye, içmeye önem vermemizi ve içi boş çuvallar gibi bilgelerin rüya âlemi dedikleri bu koşulda gezmemizi istiyor. Burası onun mekânı sanki. Başka bir realitenin farkındalığına gelmememiz, manevi olan şeylerin tadını almamamız ve her şeyi madde olarak görmemiz için bizi bunlarla avutuyor, oyalıyor. Güzel ve hoş ambalajlar hazırlıyor ama hakkını vermek lazım. İnsanların çoğunun aklını nasıl çeleceğini, onları yakalayacak havucun ne olduğunu, onları nasıl satın alacağını iyi biliyor.

İyilik, saflık değildir. İyilik, kötülüğü görüp, onun nasıl hareket ettiğini, nerelerde saklandığını, neyi neden istediğini, çevirdiği dolapları, kurnaz ve sinsice aramızda nasıl dolaştığını, kısaca onun işleyişini izlemek, gözlemek ve tanımak yani onun aklını edinmek zorunda. Ancak o zaman savaş alanında onun karşısına çıkıp, görünen ya da görünmeyen silahlarını elinden alabilir, ona boyun eğdirebiliriz. İyiler en az kötüler kadar korkusuz ve güçlü olmak zorunda. Onu ait olduğu kafese kapatmanın, önüne bir perde çekmenin ve asıl yapması gerekeni yapmak için zorlamanın başka bir yolu yok. Dedim ya iyiler önce kötülerin aklını edinmek zorunda.