Seni Sevemem / Yasemin Koçak Tezel

Bilgeler der ki, ‘Bir kendini sevmek vardır, bir de Yaradan’ı sevmek; başkalarını sevmek ise bu ikisi arasındadır. Ancak başkalarını sevmek vasıtasıyla Yaradan sevgisine gelebiliriz.’ Bizim topraklarımızda yüzlerce yıldır gezinen şu söz de bilgelerin bu yaklaşımını doğrular nitelikte: ‘Yaratılışı severim Yaradan’dan ötürü.’

Peki ne demek sevmek? Bilgelerin sevgiden anladıklarıyla benim sevgiden anladığım şey aynı mı?

Öyle görünüyor ki bir egoistik sevgi var ki hemen hepimiz bu sevgi seviyesinde yaşıyoruz. Bu demektir ki, sevdiğim kişi beni doldurduğu, doyurduğu, arzularımı yerine getirdiği yani ondan aldığım müddetçe onu sevebilirim, çünkü ben en çok kendimi seviyorum. Bana iyi davranırsan ben de sana iyi davranırım. Aksi taktirde seni sevemem. Bu koşullu bir sevgi gibi görünüyor, zira sadece almak isteyen yanımızla sevgiyi çalışıyoruz.

Oysa bilgelerin bahsettiği sevgi, kendini düşünmeden başkalarını sevmek. Onlar seni sevmese, sana değer vermese, önemsemese hatta nefret etse bile kendimizden onlara doğru bir eylem akışı yaratmalı ve sevgiyi bu formda çalışmalıyız.

Haklısınız bu doğamıza aykırı hem de çok aykırı zira bizler vermekten nefret ediyoruz. Oysa doğa sadece veriyor. Kendi dışımızda işleyen güç, kim olduğumuza bakmaksızın veriyor üstelik. İyiye de kötüye de güzele de çirkine de zengine de fakire de sadık olana da haine de merhamet sahibi olan kalplere de zalimlere de veriyor.

Bilgeler, kendini sevme koşulunun, kendimizden bile gizli olduğunu söylüyor. O koşula gelmenin ise çok ciddi bir iç çalışma ve doğru eylem adımları gerektirdiğini ekliyorlar. Çünkü biz insanlar, kendi dışımızdaki dünyayı ve hatta kendimizi sadece ve sadece kendi kusurlu aynamızdan görebiliyoruz.

Kişi sadece kendinde olanı görebiliyor. Dışımızda olan herhangi bir şeyi, eğer onunla ilgili bir deneyimimiz yoksa göremiyor ve hissedemiyoruz. Hissedemediğimizi de var kabul edemiyoruz. Oysa bilgeler kendi dışımızda mükemmel bir dünyanın olduğunu söylüyorlar. Bu mükemmel dünyada ne kusur ne de kusurlu insan var. Bizim bunu görmekten mahrum olmamızın sebebi ise, kendimize olan sevgiye batmış olmamız.

Buradan, bu koşuldan, bu körlükten ve hissizlikten kurtulmanın yolu, kendimizi sevmek yerine başkalarını sevmek diyorlar. Başkalarını onları yapandan dolayı sevmek! Zira kusursuz olandan kusurlu işler çıkmaz.

Kan bağımız olan insanları sevmekle karıştırmayın ama bu sevgiyi. Onları sevmeye kodlandığımız için seviyoruz. Onlar bizi temsil ettiği, bizimle aynı kandan geldiği için seviyoruz. Sözün özü, içinde ben olan cümlelerle ilişkilendirebildiğimiz için onları seviyoruz ya da sevdiğimizi sanıyoruz.

Gerçek sevgi, başkalarının arzusunu kendi arzumuzmuş gibi benimsemek ve onları yerine getirmek için çalışmaktır. Dışımızdaki gerçek dünyaya doğmak, gözümüzün üstündeki perdenin kaldırılmasını, kalbimizi kaplayan taşın kırılmasını ve sonsuz mutlulukla dolmayı istiyorsak, önce kendimizi ne kadar sevdiğimizi keşfetmeli, sonrasında ise başkalarını en az kendimiz kadar sevmeli, onlara doğanın sürekli verdiği gibi vermeli, onları doldurmanın bir yolunu bulmalıyız.

Ancak böyle yaparak içine düştüğümüz algı cehenneminden kurtulabilir ve hakikate doğabiliriz. Zira başkalarını sevmek dediğimiz şey aslında bizimle Yaradan arasında duran merdiven. O merdivenin basamaklarını tek tek inşa etmedikçe görünen o ki hakikate, O’na ulaşmak mümkün olmayacak.

Bir şey, her ne kadar imkânsız görünürse görünsün, inanıyorum ki imkânsızmış gibi görünen her şey, birileri çıkıp onu yapana kadar imkânsızdır. Buna meydan okuyan ve bu duvarı yıkan pek çok bilgenin olduğunu bilmek, kısıtlanmış ve koşullanmış zihinlere atılan en kuvvetli tokat ve böyle bir tokattan daha önemli bir hediye de yok! Demek ki zihnimizi okşayıp bizi avutanlar yerine zihnimize tokat atanlarla dost olmalı ve o dostluğu çalışmalı…

Yasemin Koçak Tezel