Ben oldum…
Aslen Bursa doğumluyum ben. İlk orta ve liseyi Bursa’da tamamladım. Ortanın altı seviyede bir ekonomiye sahip 4 çocuklu bir ailenin ferdi olarak Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi kazandım. O zamana kadar sporla hiç ilgim olmadı. Normal zamanlar okulda, yaz tatilleri ise bir işte çalışarak geçerdi. Hem aile ekonomisine destek, hem de Hayat Üniversitesi’nde ön lisans.
Her neyse yıl 1994… Üniversitenin Kurupelit Kampüsü’nde Kredi Yurtlar Kurumu Öğrenci Yurdu’nda 6 kişilik bir orada kalıyorum. Yoğunluk Karadenizli doğal olarak. Odada futbol muhabbeti ön planda. Trabzonlu olanlar şanslı. Çünkü onların takımı Trabzonspor 1. Ligde. O zamanlar Süper Lig yok tabi. Arada bana da soruyorlar, “Hangi takımlısın Sen” diye. “Ben takım tutmuyorum” diyorum, “Futbolla ilgilenmiyorum” diye geçiştiriyorum çoğu zaman.
Sonra bir gün hem yurttan hem okuldan Giresunlu bir arkadaşım geliyor. Elinde yeşil-beyaz bir futbol forması. Hem de 28 numara. Bana hediye ediyor. Diyor ki: “Ben Çotanak Sporluyum. Bizim de formamız yeşil – beyaz. Bursaspor’un da renkleri yeşil beyaz. Bu forma senin olsun”. Çotanak Spor o zamanla alt liglerde oynuyor. Maçları hiçbir yerde yayınlanmıyor. Ama kilometrelerce ötede o takımın bir taraftarı var ve bana kulübünün formasını hediye ediyor. Sırf renkleri Bursasporla aynı diye.

İşte ben o zaman Bursasporlu oldum. Bursa’ya 12 saat uzaklıkta bir Karadeniz şehrinde üniversite okurken… Çünkü meselenin gol atmak, yenmek, yenilmekten çok öte, bir hemşehricilik meselesi olduğunu o zaman anladım. Mesele 11’erden 22 adamın bir top peşinde koşması olmadığını, aslında o topun peşinden koşanın koca bir şehir olduğunu o zaman anladım. Belki yadırganacak ama mikromilliyetçiliğin gurbette ne kadar da kıymetli olduğunu ben o zaman anladım.
Sadece Çotanak Spor mu? Tokat Turhalspor, Çanakkale Biga spor atkılarını dolaplarına, yataklarına aksesuar yapan arkadaşlarım vardı. Hem de onların takımları 2’nci, 3.Liglerde benim şehrimin takımı 1. Ligde ve ben o takımı onlar kadar sahiplenmiyordum.
Evet artık ben bir Bursasporluydum. İlk tatilde memlekete geldiğimde çarşıdan üzerinde “Bursaspor” yazan yeşil-beyaz bir şapka, yine Bursaspor yazan yeşil- beyaz bir atkı satın aldım. Öyle lisanslı ürün falan değil, çakma olsun, ucuz olsun. Dedim ya. Ortanın altı bir ekonomide 4 çocuklu bir ailenin ferdiydim. Hem de benimle birlikte ikisi üniversitede, 2’si lisede eğitim gören çocuklardık biz..
Üniversite yılları koyu bir Bursaspor taraftarı olarak geçti. Bursaspor’un maçları olduğu gün, deli gibi Bursaspor şapkamı takar, atkımı boynuma dolar, Samsun sokaklarında öyle gezerdim. O yıllar aynı zamanda gazetecilik mesleğine de yeni başladığım yıllardı. Milliyet Haber Ajansı Samsun Bürosu’ndaki abilerimizle Bursaspor’un maçları için iddiaya girerdim. Benim favorim tabii ki Bursaspor. Her ne kadar futbolcularını tanımasam, bilmesem de renklerini biliyordum. Yeşil-Beyaz.
İddialarımız öyle büyük değil. Bursaspor mağlup olursa, ofisteki herkese kakao ısmarlıyordum. Galip gelirse, kakaoları o gün ben bedava içiyordum. Yani Bursaspor kazansa da kaybetse de o kakaolar içiliyor ve asıl kazanan çay ocağı oluyordu.
Buradan Galatasaraylı Okan abime (Okan Aralan) selam olsun. Çok kakaomu içmiştir ama illa ki benim de onun kakaosunu içtiğim zamanlar olmuştur. Çünkü Bursaspor o zamanlar öyle bir takımdı. Kime ne yapacağı, kimi yenip, kime yenileceği belli olmazdı. Sürprizlerin takımıydı.
Neyse fazla uzatmayayım. Üzerinden yıllar yıllar geçti. Bu takım Süper Lig’de şampiyonluk yaşadı. İlk 5 büyük arasına girdi. Sonra tepetaklak yuvarlandı. Düştü, düştü ve düştü. Derler ki düşenin dostu olmaz. Hadi oradan. Siz belli ki ne Bursasporlu olmuşsunuz, ne de Bursasporlu tanımışsınız. 3 Lig’de 45 bin taraftara oynayan kaç takım var. Bırakın 3. Lig’i, Süper Lig’de kaç takım var. Düşen eğer Bursaspor’sa onun dostu, koca bir şehir var.
Ve bugün….
15 bin taraftarla Bursa, Balıkesir’e aktı, Artvin Hopaspor maçı için. Ve beklenen, hayal edilen, umutla gözlenen oldu. Bursaspor, ligin bitimine 2 hafta kala şampiyonluğunu ilan etti. Ben de 3 bira, tuzlu fıstık ve soyulmuş tuzlu salatalıkla ekran karşısında yerimi aldım. Maçı tam bundan 30 yıl öncesinde, Samsun’da olduğum yıllardaki heyecanla izledim. Gözlerim doldu.
Teşekkürler Bursaspor.
Bana 30 yıl önceki 18 yaşındaki bir çocuğun gurbet anılarını yaşattığın için…
Teşekkürler Bursaspor.
Futbolun sadece 22 adamın bir topun peşinden koşmasından ibaret olmadığını gösterdiğin için..
Teşekkürler Bursaspor.
Ekonomiden siyasete, eğitimden adalete kadar her şeyin kötü gittiği bir dönemde bana yaşattığın bu mutluluk için..