Hayatın inişli çıkışlı yollarında hepimiz türlü dertlerle boğuşuyoruz. Kimi zaman dünyevi sorunlar yakamızı bırakmıyor, kimi zaman da içsel bir boşlukla, bir anlam arayışıyla debelenip duruyoruz. Ben de yıllardır maneviyat ile hemhal olmuş biriyim ve bu tecrübelerimden yola çıkarak, size gündelik hayatın karmaşasında yol gösterecek, belki de bir nebze olsun ferahlatacak bazı tecrübeleri aktarmak istiyorum. Benim için dünya ve maneviyat iç içe geçmiş durumda; o yüzden gelin, bu ikisini birbirinden ayırmadan, hayatın tüm renklerini kucaklayarak konuşalım.
Ne Yapmalı, Nasıl Karar Vermeli?
Bazen bir yol ayrımına geliriz, hangi yöne gideceğimizi bilemeyiz. İşte o anlarda durup ne istediğimizi sormamız gerek kendimize. Amacımız ne? Hangi arzuya ulaşmak istiyoruz? Attığımız her adım, yapmak istediğimiz her şey o amaca hizmet etmeli. Eğer arzuladığım amaç net değil ise doğru mu yapıyorum, yanlış mı yapıyorum ikilemleri hem sıkça hem de yoldan saptıracak koşula evrilebilir ve yine kara kara düşünür dururuz. Unutmayın, bu dünyada her kararın sonucunu kestirmek mümkün değil. O yüzden biraz akışına bırakmak da lazım. Ama aklımızı ve kalbimizi de dinleyerek tabii.
Dertler Dertleri Kovalar mı?
Bazen de dertler arka arkaya gelir, sanki kara bulutlar üzerimizde toplanır. Böyle zamanlarda insan kendini talihsiz hisseder, motivasyonunu kaybeder. Ama unutmayın, hayatın anlamını bilmeden yaşamak asıl problemdir. Kendimize bir amaç belirlemeliyiz, uğruna koşacağımız, bizi heyecanlandıran bir şey… O zaman sıkıntılar da gözümüzde küçülür, aşılabilir engellere dönüşür. İşin manevi boyutuna gelirsek, neden yaratıldığımızı ve ne edinmemiz gerektiğini bilirsek, her zorluğu amaca ulaşmak için bir fırsat olarak görebiliriz. Yeter ki doğru insanlarla ve doğru bir bakış açısıyla yaklaşalım olaylara.
Rutinlere Esir miyiz?
Günler birbirini kovalar, hayatımız tekdüzeleşir. Sabah işe, akşam eve… Sanki otomatik pilotta gibiyiz. Ama bu böyle olmak zorunda değil. Evet, rutinler önemli, özellikle manevi çalışmalarda. Ama bu hayatı sıkıcı yapmaz. Nasıl ki bir işte ustalaşmak için sürekli pratik yapmamız gerekiyorsa, maneviyatta da düzenli olmak şart. Ama bu demek değil ki hayatımızdan coşkuyu, yaratıcılığı çıkaracağız. Aksine, amacımıza ulaşmak için rutinleri bir araç olarak kullanabiliriz.
Peki, bunca koşuşturma arasında maneviyatı nereye sığdıracağız? Aslında dünyevi hayatımızla manevi hayatımız birbirinden çok da bağımsız değil. İşe gitmek, ailemize bakmak zorundayız; bunlar yaşamın gereklilikleri. Ama bu gerekliliklerin içinde bile maneviyata yer açabiliriz. Nasıl mı? İşte tam da bu sıkışmışlık, bu sorgulama bizi manevi bir açılıma götürebilir. Yani dünyevi hayatımız, manevi gelişimimiz için bir vesile olabilir.
Rutin mi Yenilik mi?
Manevi çalışmalarda bazen aynı şeyleri tekrar tekrar duyarız. Hatta ben bile bu makalelerde aynı örnekleri defalarca veriyorum. Ama bunun bir sebebi var: İhsan etmek, yani karşılıksız vermek bizim doğamıza çok ters. O yüzden sürekli hatırlatmak gerekiyor. Çünkü insan hep “Bana ne faydası var?” diye düşünür. Oysa maneviyatta düşünmemiz gereken, “Benim çalışmam başkasına nasıl fayda sağlar?” olmalı.
Duygularımızla Dans Etmek
Bazen duygularımız taşar, bizi soluksuz bırakır. Sevinç olur, keder olur… Ne yapacağımızı şaşırırız. İşte o anlarda, eğer manevi bir amacımız varsa, bu durumu o duyguyla ilişkilendirmeliyiz. Yaratılışın amacı doğrultusunda, başımıza gelen her şey bizi o amaca yaklaştırmak için vardır. Patronla kavga ettik, işten kovulmak üzereyiz diyelim. Tamam, kötü bir durum. Ama ben bu durumu amacıma ulaşmak için nasıl kullanabilirim? İşte mesele bu.
Mesela ikili ilişkilerde, özellikle sevgide, bazen ısrarcı oluruz. Ama bir yere kadar. İlişkiler karşılıklı olmalı. İki taraf da birbirine taviz vermeli. Sürekli ‘ben, ben’ derseniz, o ilişki bir yerde patlar. Tabii ki bu tavizlerin de bir sınırı olmalı. Eğer sürekli siz fedakârlık yapıyorsanız ve karşı taraf hiç oralı değilse, o zaman durup düşünmek lazım. Belki de o ilişki size iyi gelmiyor.
Hastalıklar da mı iletişimsizlikten acaba? Hastalıkların çoğu kötü iletişimden kaynaklanıyor, desem şimdi belki şaşırırsınız. Ama şöyle düşünün: Hepimiz bir sistemin içindeyiz ve bu sistem bizi etkiliyor. Kötü ilişkiler strese neden oluyor, stres de hastalıklara davetiye çıkarıyor. O yüzden çevremizle iyi geçinmek, sağlığımız için de önemli. Ama tabii ki her hastalığı iletişimsizliğe bağlamak doğru olmaz. Ölümün, hayatın bir parçası olduğunu hatırlamak ve kalan ömrümüzü en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmak.
Peki, bu kadar bencil bir dünyada başkalarına zarar vermeden yaşamak mümkün mü? Evet, mümkün. Nasıl mı? İhtiyaçlarımızı belirleyerek. Eğer herkes dünyadan sadece ihtiyacı kadarını alsaydı, kimse kimseye zarar vermezdi. Ama maalesef egoizmimiz yüzünden hep daha fazlasını istiyoruz.
Öyleyse, bu kadar kötü bir dünyada nasıl iyi kalacağız? İşte burada doğru çevre devreye giriyor. Kendimize bir koza örmeliyiz; bizi anlayan, aynı değerlere sahip insanlarla bir araya gelmeliyiz. Bu insanlar, bizi manevi olarak besler, geliştirir. Ama unutmayın, dünyadan da kopmamalıyız. Hem bedensel ihtiyaçlarımızı karşılamalı hem de manevi olarak yükselmeliyiz.
Hayat uzun ve karmaşık bir yolculuk. Bu yolculukta hepimiz yanılırız, şaşırırız. Önemli olan, hatalarımızdan ders çıkarmak, kendimizi geliştirmek ve manevi amacımızdan sapmamaktır.
Unutmayın, her şey birbiriyle bağlantılı. Dünyevi sorunlarımız, manevi gelişimimiz için bir fırsat olabilir. Yeter ki olaylara doğru bakış açısıyla yaklaşalım.